Muhabbet Medeniyeti
Yazımıza Yunus Emre’nin sözü ile başlayalım istiyorum. Birçoğumuzun bildiği fakat çok fazla üzerinde durmadığımız, kafa yormadığımız bir söz: “Yaratılanı severiz, Yaratandan ötürü!”
Ne hoş bir söz! Ne kadar derin bir anlam yatıyor altında. Kısa ve net! Akraban, dostun, tanıdığın, ahbabın, bildiğin… demiyor Yunus. Ayrım yok. Sadece yaratılan. Menfaat ve karşılık beklemeden… Yaratanın hatırına, ayırt etmeden sevmek, muhabbet beslemek. Ne kadar pozitif bir düşünce!
Peki günümüzde bu söz ne ifade ediyor? Bu sözü duyduğumuzda ne hissediyoruz? “Yunusça” bir muhabbet günümüzde mümkün mü?
Günümüze baktığımızda, modern çağda insanlar zorlu ve acımasız bir hayat mücadelesi içerisinde. Maddiyatın, paranın, makam hırsının, hiç olmadığı kadar, ön planda olduğu bir dönem. Bir mücadele, bir koşuşturma, bir yarış, insanın yaradılışına ve fıtratına aykırı bir sistem…Sürekli koşturmaca, sürekli stres, sürekli gerginlik… Adeta zamana karsı bir yarış.
Öyle bir sistem ki “Yunusça”, “Mevlana’ca” yaşamak kolay değil. Hepimiz farkında olmadan sistemin bir parçası olduk. Çağımızın insan profili; maddi anlamda rahat ve tok – manevi anlamda ise sorunlu ve aç.
Kabul etmesekze maddenin esiri olduk. Manayı unuttuk. Birçok insan hayatından memnun değil; psikolojik açıdan sıkıntılı ve depresyonda. İhtiyacımız olan huzuru ve mutluluğu yanlış yerlerde arar olduk. Peki neden böyle olduk? Argo tabirle asıp kesen, kalp ve gönül kıran… Birbirinden uzak insanlar, kopuk aileler, menfaat üzerine kurulmuş arkadaşlıklar…
Günlük hayata aktaramadığımız bir muhabbet eksikliği yaşıyoruz. Sokak ortasında yan baktığı için öldürülenler, kendi siyasi partisine ya da ideolojisine ters düştüğü için linç edilenler, farklı bir futbol takımını tuttuğu için hakaret edilenler… Dostlar bize ne oldu böyle? Neyi paylaşamıyoruz? İ
çinde bulunduğumuz dönemde, dünyanın birçok yerinde savaş ve acılar yaşanmakta. Her gün bir “olay”, bir şiddet… İşin acı ve kötü tarafı; açıkçası alışır olduk bu duruma. Günümüz insanının en büyük sorunu birbirini sevmemesi, saygı göstermemesi ve hoşgörü eksikliği.
Müslümanlar arasında durum bundan farklı değil. Belki de daha vahim.
İslam dünyası olarak birbirimizden habersiz ve ilgisiziz. Birbirimizin hakkını
gözetmiyoruz, birbirimizi incitiyoruz, üzüyoruz, kırıyoruz hatta ve hatta birbirimizle
savaşıyoruz! Üstelik kalp kırmanın, Kabe’yi yıkmak gibi olduğunu bildiğimiz
halde.
Oysa Efendimizin sözlerini (Hadislerini) ne çabuk unuttuk?! Gelin beraber hatırlayalım Efendimizin o mübarek nasihatlerini:
- “Allah için birbirini seven ve bu sevgiyle buluşup bu sevgiyle ayrılanlar mahşer gününde Allah’ın özel konukları olarak ağırlanacak yedi zümre içinde gösterilmiştir.”
- “Sizden biriniz kendisi için sevip istediğini kardeşi için de istemedikçe iman etmiş sayılmaz.”
- “İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş sayılmazsınız.”
Peki muhabbet medeniyetinin üyeleri olan Müslümanlar neden bu durumda? Sistem (buna hayat şartları da diyebiliriz) bizim muhabbetimizi adeta yasaklamış. Bizim inançlarımızla buluşmamızı engellemiş.
Yukarıda bahsettiğimiz gibi; bizim medeniyetimiz muhabbet medeniyeti, sohbet medeniyetidir. Sevgi, hoşgörü, paylaşma medeniyetidir. Bu özelliğimizi yitirdiğimizden bunalımlar, depresyonlar ortaya çıkıyor. Üstat Sadettin Ökten’den dinlemiştim: “Bizim insanımızda bunalım yoktu. Bunalım Batı medeniyetinindir. Biz Batıya öykünüyoruz (=benzemeye çalışıyoruz).”
Bu yazımı kaleme alırken merak ettim, “muhabbet”in diğer dillerdeki karşılığı nedir diye… Karşılığı yok dostlar! (Lütfen sizde araştırın) “Muhabbet medeniyetinin” üyesi dostum bunun farkını anla!
“Güzel söz sadakadır”, “gülümsemek, tebessüm etmek sadakadır” diyen bir
Peygamberin ümmetiyiz. Muhabbeti besleyen ve artırmaya yönelik o kadar öğüt –
hadis ve sünnet – var ki. İslami inanç ve ahlak sistemi ile yoğrulmuş Türk
medeniyetinde de bunu görebiliyoruz.
Gelin atasözlerimize ve deyimlerimize bakalım:
- Değirmen iki taştan, muhabbet iki baştan
- Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır
- Maksat muhabbet olsun…
Kendi kültüründen, dininden, medeniyetinden uzaklaşan nesiller, ne yazık ki
ne efendimizin ne de atalarımızın sözlerinden ve tavsiyelerinden bir ders
çıkarabilir. Pertevniyal Valide Sultan’ın şu muhteşem sözü geldi aklıma: “Muhammed’den
muhabbet oldu hâsıl,
Muhammed’siz muhabbetten ne hâsıl?”
Eğer bir toplumda Efendimize bir muhabbet kalmadıysa ve hissedilmiyorsa, o toplumdan sevgi, hoşgörü beklenemez. Selçukluyu Selçuklu yapan, Osmanlıyı Osmanlı yapan, ecdadı ecdat yapan o ruh, bu muhabbetten feyiz alıyordu.
Muhabbet, insanın yaratılışındandır. İnsanlığın, Peygamber’in yaratılış sebebidir. Yaratanın efendimize olan muhabbeti ortada. Peygamber Efendimize Habibullah diye hitap ediyor!
Rabbimizin rızasını kazanma arzumuz ve isteğimizde bir muhabbet göstergesi
değil midir? Kuran’ı Kerim’in tarif ettiği Müslüman, aşk ve sevgi insanıdır.
“Allah onları, onlar da Allah’ı severler.” (Maide suresi, 54).
Tarihimizde ve kadim medeniyetimizde bu muhabbete şahit oluyoruz. Şeyh Edebaliler, Mevlanalar, Yunuslar, Hacı Bektaşi Veliler, Akşemseddinler, Pir Sultan Abdallar, Mahmud Efendiler… Sevgiyle, aşkla, muhabbetle birbirimizi sevmeyle huzur bulacağımızı tüm dünyaya göstermişti. Fiziki fetihten önce gönüller fethedilirdi.
Biz de gönüllere hitap edelim. Gönülleri tamir edelim. Göreceğiz ki muhabbet en tesirli “antidepresan”. Evet, çünkü insanlar yalnız kalınca, tek olunca bunalıyor, bir eksikliğin farkına varıyor. Özelliklede şu günlerde, bir virüs nedeniyle evlerimize “hapsolduğumuz” da bunu daha da iyi anlar olduk. Camilerimizin yerini, dostlar ile bir arada olmanın değerini, aile ziyaretlerinin önemini, cemaatle kılınan namazın maneviyatını, hasta ziyaretinin anlamını, bir dosta sarılmanın değerini Rabbim bizlere hatırlattı. İnsan için hava, su, gıda maddi, muhabbet ise manevi bir ihtiyaç!
Bizim Yunus’un yazımızın başında söylediği gibi: “Yaratılanı severiz, Yaratandan ötürü!” Beşeri sevgi ilahi sevgiye ulaşmanın bir aracı, bir yolu…
Muhabbetle kalın dostlar! Beyazıt Cankurtaran
Ayasofya No. 63