ALMANYA’DA
ILK TÜRKLER VE
BUGÜN’ÜN TÜRKLERI
Türk işçilerin Almanya’ya göçü 50 yıl kadar olduğu söylense
de, Almanya’da Türk izlerinin aslında çok daha eski olduğunu
görüyoruz. Türklerin yoğun olarak Almanya topraklarına ayak
basmaları Osmanlı’nın Viyana kuşatmasına kadar gider. 2.
Viyana Kuşatması sonrası, yani 1683’ten sonra, birçok Alman
kayıtlarında Türk isimlerinin geçtiğini görürüz. Resmi tarihte
Viyana Kuşatmasından sonra bir ‘geri çekilme ’den bahsedilir.
Bu geri çekilmede binlerce askerin esir düşmesi de söz
konusu.
1683’ten 1686’ya kadar Avrupa’da ki kiliselerde yoğun bir
Hıristiyanlaştırma görülür. Almanya’da bu tarihten sonra
birçok yerde müzik-bando takımları kuruluyor ve Osmanlı’ya
benzetilmeye çalışılıyor. Mesela Nürnberg şehir bandosunda
esir yeniçeriler vardır. Çünkü kale önlerine gelen ve kuşatma
boyunca savaşın gidişatında çok önemli bir etken olan
Mehter Takımı’nın hem müzik aletleri, hem de müzisyenlerin tamamı esir düştüler. Aynı yıllarda Würzburg’da kahve deneniyor.
Yani Almanların Türkler ’den kahve, müzik, nota bilgisi,
tütün gibi bilgi ve adetlerini almıştır.
1699 sonrası elbette Osmanlı topraklarına geri dönenler oldu.
Ancak yine de binlerce kişinin bu ‘geri dönüş’ hareketinden
habersiz bu topraklarda kaldığını görüyoruz. 2002 yılında
Münih arşivinde yapılan araştırmada 1704 yılında Türk esirlerinin
Bavyera Kralı Max Millians’a hitaben yazdıkları bir rica
mektubunda: “Bizi bırakın. Artık dayanacak gücümüz kalmadı”,
diyen Türk askerlerinin isteklerini yansıtan bir belgeye ulaşıldı.
Bu da çok sayıda Türk’ün 1699 Karlofça Antlaşması sonrasında
bile esir olarak yaşamaya devam ettiğini gösteriyor.
Resmi kayıtlara göre Almanya’ya gelen ilk Türk kim?
Türkler ’in bu topraklara farklı zamanlarda ve değişik isim ve gruplar altında önemli göçler yaptı-
ğını görüyoruz. Ancak bu göçler
değişik kategorilerde gerçekleşti.
Kimisi Osmanlı’nın son döneminde
olduğu gibi meslek eğitimi görmek
için, kimisi sonraki yıllarda çalışmak
için, kimisi de esir olarak, zorunlu
geldi.
Almanya’ya gelen ilk Türk’ün
Osmanlı’dan da eski, Selçuklu
dönemine dayandığını resmi
belgelerden öğreniyoruz. 1279
yılında ki son haçlı seferinden geti-
rilen bir Selçuklu subayı Mehmet
Sadık Selim’in nesli, bugün hala
Almanya’da.
Nürnberg’de yaşayan Soldan Ailesi mensupları, soylarının bu
subaydan geldiğini kilise, belediye ve dönemin diğer resmi
dairelerinden bugüne ulaşan kayıtlarla, belgelemişlerdir.
Bugün hayatta olmayan aile reisi Felix Soldan ile 2003 yılında
yapılan görüşmede “Ben Almanya’nın en eski türküyüm” demişti.
1279 yılında, Gaziantep ile Halep arasında ki bir savaşta esir
alınan 40 adet Selçuklu subayından biri olan Mehmet Sadık
Selim’in, Beyrut, Girit, Cenova ve son olarak da Almanya’nın
Württemberg kentine kadar geldiğini takıp edebiliyoruz.
1305 yılında Hıristiyan olduğunu ve daha sonra iki kadınla
evlendiğini, 17 oğlu ve 2 kızı olduğunu, çocukların dönemin
en yüksek eğitimini aldığı bilgilerine ulaşıyoruz. Heilbronn
şehrinin Brachenheim köyünün Protestan Kilisesi’nin bahçe-
sinde “Soldan’larda
Türk kanı vardır” diye mezar taşların-
da yazılar görmek
mümkündür. Ayrıca
Felix Soldan, Goethe
ile akraba oldukları-
nı, annesinin Soldan
Ailesi’nden bir kız
olduğunu da söyle-
mişti. Goethe’nin
Türk kökenli olduğu
bilgisi de buradan
gelmektedir.
1901 yılında Giessen
Üniversitesinden Prof. Sommer’in bir çalışması olmuş. Goethe’nin annesinin Soldan Ailesi’nden olduğunu gösteren belgelere ulaşmış. Bu
belgeleri görme fırsatımız olmuştur.
1683 yılına kadar güney Almanya bölgesine yoğun bir Türk
akıncı seferi yaşanmıştı. Bu seferlerden sonra yapılan kili-
se kayıtlarında, din değiştirme törenleri arşiv bilgilerine
rastlıyoruz.
Mesela Nürnberg’de, 8 yaşında bir erkek çocuğun Hıristiyan
edileceği günler öncesinden geniş çaplı duyurular ile halka
haber veriliyor.
Hıristiyan olmayı reddedip ölünceye kadar Müslüman kalan da
var. Örneğin Hannover’de mezarları bulunan iki Osmanlı sipa-
hisi Mehmed ile Hasan. Bunların mezarlarını Hannover’deki St.
Andreas Mezarlığı’nda ziyaret etmek mümkün. Bu sipahilerin
çevresinde çok sevildiği biliniyor. Bunların hemen hemen
hepsi esir olarak satılıyordu. O dönemde bir Osmanlı esirine
sahip olmanın önemi
büyüktü. Örneğin 100
basit asker getirece-
ğine 2 tane Osmanlı
subayı getirmek sahi-
bine daha fazla para
kazandırıyordu.
O yıllarda Avrupa’da ki
saraylarda bir Osmanlı
paşasına kahve
yaptırmak, onları at
bakıcısı olarak kullan-
mak, kadınlarını saray
temizlikçisi olarak
çalıştırmak, bahçe
işlerinde kullanmak
Ortaçağ Almanya’sı toplumunda saygınlık statüsü idi.
Türk esirler nasıl yaşardı?
Kadın veya erkek olsun, bir eşle evlenip özgür bir hayat yaşamanın
tek bir şartı vardı, o da Hıristiyan olmaktı. Bir erkek,
nadir de olsa, Hıristiyan olmadan da özgür bir hayat yaşayabiliyordu.
Ancak bu durum kadınlar için pek de kolay değildi.
Örneğini kilise kayıtlarından okudum. Hıristiyan olmayı
kabul etmeyip kendisini Peknitz Irmağı’na (Nürnberg’de) atan
bir Türk kadından bahsediliyor. Özgür yaşayabilmek için Din
değiştirmek yerine, intiharı tercih etmiş. (Allah rahmeti ile
muamele eylesin.)
18. yüzyılda Müslümanlar bir kez daha savaş esirleri olarak,
1735-1739 yılları arasında yaşanan Türk-Rus savaşının sonucunda
bu ülkeye
gelmişlerdir.
“Uzun Adamlar”
olarak adlandırılan
22 adet Türk, Prusya
Kralı Friedrich
Wilhem’e (1713-
1740 yılları arasında
hüküm sürmüştür)
hediye edilmiştir.
Bu Türklere kraliyet
yetimhanesinde
ibadet edebilmeleri
için bir oda tahsis edilmiştir. Daha sonra bu uzun adamlar
kraliyet yüceliğinin bir göstergesi olarak serbest bırakılmış ve
vatanlarına geri gönderilmişlerdir.
Prusya ve Osmanlı Devleti arasındaki ilişkilerin gelişmesi
sonucunda 1763 yılında Berlin’de bir Osmanlı elçiliği kurulmuş
ve burada 3. elçi olarak görev yapan Ali Aziz Efendi 1798
yılında Berlin’de vefat etmiştir. Cenazesinin defnedilmesi için,
Prusya kralı III. Wilhelm kendisine Tempelhofer Feldmark’da,
bir alan tahsis etmiştir. 1854 yılında askeri bir kışla yapımı için
kaldırılmadan önce dört Müslüman’ın daha cenazesi buraya
defnedilmiştir. Bu beş cenaze 1866 yılında şu ana kadar varlığını
sürdürmekte olan Berlin-Neuköln’de ki Türk mezarlığına
nakil edilmiştir. Burada 2003 yılından bu yana, Türk Şehitlik
Camisi bulunmaktadır.
Bugün’ ün Almanya’sı
Almanya´da ikinci dünya savaşından sonra, ölen Alman
erkeklerin sayısı o kadar çoktu ki, Almanya´da çalışacak ve
tekrar Almanya´yı kalkındıracak insanlara ihtiyaç vardı. Yalnız
hesap edilmemiş bir konu vardı. Almanya, Türk işçilerine tren
istasyonunda hoş geldin karşılaması düzenlerken, muhtaç
oldukları kimselerin İslam dinine mensup kişiler olduklarını hesap edemediler. Bu onlara ilerde beklenmedik sorunlar
getirecekti.
Türk işçiler ise, Bir kaç yıl çalışır, güzel para biriktiririm, sonra
zengin insan olarak geri dönerim düşüncesi ile gelirken, bu
hayalin o kadar da kolay olmadığını çabuk anladılar. Baktılar ki,
evdeki hesap çarşıya uymuyor, geri dönmek yerine, ailelerini
de getirmeye başladılar. Buraya kadar hemen herkesin bildiği
şeylerdir. Asıl mesele bundan sonra başlıyor.
Avrupalı Müslüman mı? Avrupa´da Müslüman mı?
Avrupalı bir Müslüman olundu ise, kimliğinden, dininden
ve kişiliğinden çok ödün ve taviz vermiştir. Eğer Avrupa´da
bir Müslüman
olunmuş ise, aşırı
dinci, Terörist ve
Almanya toplumunu
bir şekil tehdit
eden bir kişi olarak
sayılıyorsunuz.
A v r u p a l ı
Müslüman terimini
biraz anlatalım.
Bu kimse, yeri
geldiğinde dini
emirlerini yerine
getirmez, alman adet ve kültürlerini benimsemiş, yeri geldiğinde
İslamiyet´e ve Türkiye´ye karşı, konuşur ve davranır. Bu
kimse Avrupalı Müslüman bir kimsedir ve Almanya´nın istediği
Müslüman tipi budur.
Avrupa´da Müslüman ise, Almanya´nın Müslümanlar
üzerinde yapılan planları her daim bozmuş ve tehdit eder.
Beklenmedik, istenmedik uygulamalara Avrupa hükümetlerini
zorlamışlardır. Mesela, Almanya´ya ilk gelen gurbetçiler
Cuma namazı kılmak istediklerinde ilk olarak kiliselerde
kılmışlardır. Put, hac ve heykellerin üstlerini çarşaflarla örtüp
Cuma namazlarını eda etmişlerdir. İlk zamanlarda buna severek
izin vermişlerdir. Kilisedeki papazlar gelen Müslümanları
Hristiyanlığa devşirme çabaları beklenildiği gibi sonuç
vermeyince, “dinini özgürce yaşayabilir” kanununa göre,
Müslümanlara cami ve ibadethanelere tahsis edip izin vermek
zorunda kaldılar. Böylelikle, Müslümanlar cemaatleşmeye
başladılar. Bu kanunu öğrenen değişik görüşlü Müslümanlar
(Cemaatler), kendi fikirlerine ait yerler açmaya başladı. Yine
Almanya´nın istemediği bir şeydi bu zira cemaatleşmek
demek çoğalmak demek, çoğalmak demek ise güçlenmek
demektir.
Camiler, cemaatler ve dolayısı ile Müslümanlar çoğaldıkça,
Irkçı Naziler de azmaya başlayıp Müslümanları hedef
almaya başladılar. Asırlardır hem cami derneklerine hem de
Müslümanlara saldırılar devam etmektedir. Tam sayı veremiyoruz.
Bu saldırılar hem polis teşkilatı hem de hükümet tarafından
ya saklı tutuluyor ya da saldırı olarak kayıtlara geçmiyor.
Her şeye rağmen bu araştırmaları yapanlar oldu ve tam
olmasa da, ortaya ürpertici sonuçlar çıkmıştır. Bir kaç saldırıdan
kısaca söz etmek istiyorum.
Tarih: 02.07.2016 Yer: Almanya/Kiel
Gamze K. Adlı Müslüman ev hanımı, bir gün çarşıya alış
veriş etmek için çıktığında, Alman adamın biri kendisine pis
Müslüman diyerek saldırıda bulunuyor. Var gücü ile yüzüne
yumruk vuran 55 yaşındaki Alman kaçıyor ve yakalandıktan
sonra psikiyatriye yatırılıyor.
Tarih: 01.07.2009 Yer: Dresden/Almanya
Dresden Mahkemesinde duruşma esnasında Müslümanlara
hakaret eden bir ırkçının hüküm yemesi üzerine sinirlenip,
şahit olarak mahkemede bulunan Merve El-Sherbini´yi üç
yaşındaki oğlunun gözleri önünde 18 kere bıçaklayarak öldürdü.
Kocası Okaz El-Sherbini, hamile olan Merve El-Sherbini´yi
korumaya çalışırken bıçaklanmış, hatta mahkemenin bir
güvenlik görevlisi, saldırgana ateş etmek yerine yanlışlıkla
Merve´nin kocasını vurarak yaralıyor.
Tarih: 23. Kasim 1992 Yer: Mölln/Almanya
Bir ev cayır cayır yanıyor.
Ev sakinleri bir Müslüman-Türk ailesi.
Evin içine Molotof kokteyl’li saldırı düzenleniyor. Ev birden
alevlerle kaplanıyor.
Yangın sonucu Bahide Arslan ve iki torunu Yeliz Arslan ve
Ayşe Yılmaz feci şekilde can veriyor.
Tarih: 29.05. 1993 Yer: Solingen/Almanya
Meydana gelen olayda, dört aşırı sağcı Alman, Genç ailesinin
evini kundaklamış, olayda ailenin beş bireyi hayatını kaybetmişti.
Olayın meydana geldiği alan müze haline getirilmiştir.
Almanya´da yaşayan bazı Türkler tarafından kurulan “Cartel”
Rap grubu 1995 çıkışlı Cartel şarkısının video klipinde, bu
katliamdan görüntülere ve haberlere yer verilmektedir.
Solingen yangınından hemen sonra, kapı zillerindeki Türkçe
isimlerin silinmesi, balkonlarda “kundaklanırsak, bari söndürecek
suyumuz olsun” diye hazır tutulan su dolu kovalar, damacanalar,
pencere kenarlarında hazır bulunduruluyordu.
Araştırmamızda gördüğümüz, 2016 yılın ilk sekiz ayında,
yabancı düşmanı şiddet tanımına uyan suç eylemlerinin sayısı
1800 olup bunun toplam 507´si ise camilere yapıldığını görüyoruz.
Bu saldırılar neticesinde daha yaralarımız kapanmadan olay
üstüne olay yaşayan ve Almanya’nın Türkiye’ye karşı son
tutumlarından dolayı Türkleri tek bir ağızdan “Kendimizi
yaktırmaya gelmedik”, dedirtmeye başlamıştır. Bu nedenle
Almanya, kendisine güvenen ve sadık olan bir Türk Milletini
kaybetmiş durumda.
Yine de ümitvar olmamız lazım. Müslüman Türk toplumunu
sağduyulu olmalarına davet ediyorum. Bizim her şeyden
önce kulluk yapmamız gerek. Siyaseti zaten yapanlar var.
Umarız ki, her iki tarafta inatlarından vaz geçip barışçıl bir
beraberliğe adımlar atarlar.
Kesin olan bir şey var ise o da, bu şekilde hiç bir taraf
kazanamaz. En büyük fatura ise, gurbetçilere kesilir.
Arif Agirbas
Ayasofya Nr. 58